GÜNCEL EGE YEREL YÖNETİMLER EKONOMİ POLİTİKA SPOR RÖPORTAJLAR YAZAR CAFE FOTO GALERİ VİDEO GALERİ
Nedim ATİLLA
YAZARLAR
13 Ekim 2017 Cuma

Anadolu gibi yurdun, Balıkçı gibi dostun olsun… 

Bugün Halikarnas Balıkçısı’nın aramızdan ayrılışının 44. yıldönümü… Ben Balıkçı’yı hayatımda iki-üç kez gördüm. Ortaokul lise öğrencisiyken Devlet Tiyatrosu binasında… Ama manevi oğlu sevgili Hocam Prof. Dr. Şadan Gökovalı’dan o kadar çok dinledim ki…

Resmo Valisi Şakir Paşa’nın oğlu olarak 17 Nisan 1890’da Hanya’da doğdu. Çocuğa annesi Sare İsmet Hanım’ın doğumdan bir gece önce düşünde gördüğü Musa Peygamber’den ötürü, Musa, amcası Sadrazam Cevat Paşa’dan ötürü Cevat ve babası Şakir Paşa’dan ötürü de Şakir adı verildi; Musa Cevat Şakir… 

Musa Cevat Şakir 5 yaşındayken aile bu kez İstanbul’a, Büyükada’ya taşındı. Küçük Cevat sanat ortamı içinde büyüdü ve özel hocalardan İngilizce dersi aldı. Robert Kolej’e hazırlık okumadan kabul edildi. Bu okulu birincilikle bitirdi, ailenin isteği üzerine Oxford Modern Çağlar Tarihi Bölümü’ne yazıldı.  Dört yıl okudu burada. “Bana bu okulda öğretilenleri unutmak için dört yıl  daha harcamam gerekti” der bir yazısında.

Türkiye’ye döndükten sonra Gazetecilik mesleğini seçti. Çevriler yaptı, renkli dergi kapakları, karikatürler çizdi. Matbuat Umum Müdürlüğü yapmış Zekeriya Sertel’in 
çıkardığı Resimli Hafta dergisinde yayınlanan bir öykü nedeniyle İstiklal Mahkemesi’nde yargılandı ve üç yıllık kalebent cezasına çarptırılarak o zamanlar adı sanı pek bilinmeyen Bodrum’a sürüldü.

Bir buçuk yıl sonra sürgünün geri kalanını İstanbul’da geçireceği bildirildi. Bu süre bitince, sıcak bir yaz günü, bir çeşmeye su içmeye gider gibi Bodrum’a döndü. Oralı bir kızla evlenerek iki kız bir oğlan, üç çocuğa sahip oldu. Bu mavi şehirde yaklaşık çeyrek yüzyıl kaldı. Sonra yine çocuklarının eğitimi için İzmir’e göçtü. 13 Ekim 1973’te de aramızdan ayrıldı, Bodrum Gümbet’te toprağa verildi…

İdam mahkumları ile ilgili olarak kaleme aldığı ve Resimli  Hafta dergisinin 13 Nisan 1925 tarihli sayısında Hüseyin Kenan imzasıyla yayımlanan öykü, bu yüzden Bodrum’a sürülen, Cevat Şakir’in sonu, Halikarnas Balıkçısı’nın doğumudur aslında… Cevat Şakir, 6 aylık bir yolculuk sonrası Bodrum’a varır.

Balıkçı ‘Mavi Sürgün’de Bodrum’u ilk görüşünü şöyle anlatır:  “Eh, nihayet yokuşun tepesine gelmiştik. Yolcular ‘Neredeyse Bodrum görünecek’ dediler. Yüreğim çarpıyor. Kaç aydır  buraya gelmeye uğraşıyordum yahu… Tepedeki bir dönemeci dönünce  ‘Şırrak-guuurrr’ diye Arşipel’in  koyu çividisi, ölçülmez açıklıklara kadar yayılıverdi. Durduğum tepeden  sonsuzluğu seyreder gibiydim. Bakış ufukları belirledikçe adalar, sonra kıyıların denizle sarılıp sarmalaşmış kalabalık burunları ve koyları. Bunların ortasında hilal şeklinde iki liman, ortada da kaleyi taşıyan yarımada...” 

Kaymakam’ın yardımıyla bulduğu deniz kıyısındaki evin aylık kirasının 25 lira olduğunu zannedip sevinen, 25 kuruş olduğunu duyunca utanıp 6 aylığını peşin ödeyen Cevat Şakir, sokak kapısından avluya girip denize çıkan kapıyı açtığında  yeni bir dünyanın ışığını yakalar. Doğanın kucağında, kutu gibi bir evde, denizin, kumun, gökyüzünün tanıklığında gerçekleşen bu  anı Cevat Şakir şöyle anlatır:

“Çocukluktan beri ile defa çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlayarak kapıya diz üstü düştüm. Parmaklarımı yosunlara, kumlara daldırdım. Güzel dünyanın kumlarını, deniz çakıllarını, 
yosunlarını sanki inci, pırlantaymışlar gibi yüzüme gözüme sürdüm. Düz üstü düşmek bir çeşit fırlamak, havalanmaktır. Babıali yokuşunun boyunduruğuna vurulmuş olan Cevat, boş bir kalıp olarak yerde yığılı dururken, onun ortasında Halikarnas Balıkçısı irkilip, dikilmeye koyuluyordu. Yerde bir kalıp kalıyordu. Onun içinden başka bir insan kalkıyordu.”

Bir cinayet, 2 evlilik, 7 yıl hapis, 3 yıllık sürgün mahkumiyeti sığdırdığı 30’lu yaşlarının ortalarına dek fırtınalı bir yaşam sürdüren Cevat Şakir, Halikarnas Balıkçısı kimliği ile bambaşka bir insan olarak Bodrum’da yeniden dünyaya gelir.

Hayatının kalan 40 küsur yılında çok şey yapar Bodrum ve  Bodrumlular için. 1.5 yıllık kalebentliğin ardından (iyi halden ötürü) kalan 1.5 yıllık cezasını çekmek üzere çağrıldığı İstanbul’da  Bodrum’a döneceği günü iple çeker. Bu süreçte çevrilerden kazandığı paranın tümünü tarım kitaplarına yatırır. Yurt dışından, birinde bulamadığını bir diğerinde bulabileceğini düşünerek  üç farklı dilden tarım ansiklopedileri getirtir. Özellikle Güney ikliminde nasıl daha iyi tarım yapabileceğini öğrenebilmek için gece gündüz bu kitapları okur. Balık avı için olta ve zıpkın koleksiyonu yapar. Biri dört, diğeri iki bin  kulaç uzunluğunda pareketeler hazırlar. Sünger avı için özel aparatlar tasarlar. Mısır Çarşısı’ndan onlarca değişik tohum alır. Hatta Büyükada’da (Troçki’nin oturduğunu sonradan öğrendiği) bir evin bahçesinden “sakallı palmiye” tohumu toplarken karakolluk  olur. 

Balıkçı “Oralar zaten cennet. Ama ben oraları on kat daha cennet yapmazsam, adam değilim” diyordu kendi kendine.  Bu hedefini daha sonra taşındığı İzmir’e de taşır, Kültürpark’a onlarca ağaç diker… Bunların en meşhuru Lozan Kapısının girişindeki Sekoya’dır tabii ki…

Bugün Bodrum diye bir turizm cenneti varsa bunu Bodrumlular, Balıkçı’ya borçlu… Daha da ileri giderek yazayım. Türkiye’de turizmin başlamasında Balıkçı’nın rolü büyüktür… Hayattaki en yakın arkadaşı Azra Erhat’ın sözüyle selamlayalım onu: Anadolu gibi yurdun, Balıkçı gibi dostun olsun…